Barok Sanatı Nedir? Özellikleri? Temsilcileri

BAROK, Avrupa’da XVI. yüzyılın ortalarından XVIII. yüzyılın ortalarına kadar süren yeni bir sanat akımıdır.

Önce Roma’da gelişti; sonra öteki Avrupa ülkelerine yayıldı ve Rönesans sanatının yerini tuttu. Barok üslubu, en çok Katolik ülkelerde benimsendi. Dinle ilgili sanata yeni bir gelişme ve ilerleme kazandırdı. Fakat, daha çok bir saray sanatıydı. Kralların gücünü ve üstünlüğünü belirtiyordu. Rönesans’ın denge ve rahatlık iteğine karşılık, barokta amaç, şaşırtmak ve göz kamaştırmaktı. Mimarlıkta düz çizgiler yerine eğriler kullanıldı; girinti ve çıkıntılar önem kazandı. Heykelde ve resimde, Rönesans’ın normal ve güzel insanının yerine gerçeğe daha yakın, dolgun kızlar, şişmanca kadınlar ve  ihtiyarlar aldı. Hareketli figürler ağır bastı. Resimde göz aldatıcı teknikler ve perspektif etkileri ön plana geçti.

Türk mimarlığında barok üslubunun etkisi, III. Ahmet döneminden XIX. yüzyılın başlarına kadar sürdü. İstanbul’da Nuru Osmaniye camisi, Lâleli camisi, Üsküdar’da Selimiye camisi ve Selimiye kışlası, Ortaköy camisi ve Tophane’deki Nusret’iyle camisini barok üslubunda yapılan eserler arasında gösterebiliriz.

Bu dönemde klasik Osmanlı yapılarındaki mimari ve süsleme öğeleri yerlerini yavaş yavaş Avrupa mimarisinin Barok ile Rokoko üsluplarındaki mimari ve süsleme öğelerine bırakmaya başlamıştır.

Oval ve yuvarlak planlı yapılar dönemin en çok kullanılan plan tipidir. Sütunlar giderek incelir. Süslemede Barokun kıvrımlı yaprakları ortaya çıkar. Duvarlara açılan pencerelerle ve çeşitli süs ögeleriyle cephe hareketlenir. Çini kaplama, yerini fresko süslemeye bırakır.

İstanbul Nuru Osmaniye Camisi (1748-1755): Mimar Mustafa Ağa tarafından yapılmıştır. Caminin planı, tek bir ana kubbe ile örtülü olan ibadet mekânı ile U biçimli ve revaklı bir avludan oluşur. Son cemaat yeri beş kubbelidir. Caminin avlusunun duvarları, Avrupa’nın Barok yapılarındaki gibi girintili çıkıntılıdır. Yüzeyler parçalanmıştır. Caminin iki minaresi son cemaat yerinin iki köşesine yerleştirilmiştir. Mihrap, güney duvarının dışına taşırılmış ve üzeri bir yarım kubbe ile örtülmüştür. Kubbe kasnağına pencereler açılmış ve minareler inceltilmiştir. Caminin iç süslemesinde kullanılan deniz kabukları, akantus yaprakları gibi ögeler Barok üslubun etkisini gösterir. Bu yapı ile birlikte, Osmanlı klasik mimarisinin özellikleri kaybolmuştur.

İstanbul Laleli Camisi (1763): Padişah III. Mustafa döneminde mimar Mehmet Tahir Ağa tarafından yapılmıştır. Camide, ibadet mekânının üzeri, sekiz payeye oturan büyük bir kubbe ile örtülüdür. Caminin içindeki yarım kubbeler ve ayaklarda gömme sütunlarla oluşturulan eğri yüzeyler, inceltilmiş minareler Barok üslubunun etkilerinin belirtileridir.

Barok üslubunda yapılan diğer camiler arasında, İstanbul Ayazma Camisi, İstanbul Beylerbeyi Camisi, İstanbul Eyüp Camisi ve Yozgat Çapanoğlu Camisi sayılabilir.

Barok üslup, Türk sanatında yaklaşık 1720-1830 arasındaki dönemde, özellikle mimarlık ve bezemede uygulanmıştır, Türk ya da Osmanlı baroku denilen bu akım, Batı etkilerinin Osmanlı toplumu ve sanatı üzerinde egemen olmasıyla başlamış, değişik evreler geçirerek yeni biçimlerde yorumlanmıştır. Yapımına 1749’da başlanan Nuruosmaniye camisi, bir bakıma bu dönemin ilk önemli ürünüdür. Özellikle avlu kesimi eğrisel plan düzeniyle Batı baroku ile yakınlıklar gösterir, İstanbul Ayazma, Beylerbeyi, Laleli ve Üsküdar Selimiye camileri de kimi ayrılıklarla Türk barokunu yansıtan güçlü örneklerdir.

Bu dönemde çeşme ve sebiller klasik Osmanlı mimarlığında ulaşamadıkları bir ağırlıkta ortaya çıkarlar. Anıtsal boyutlardaki çeşmeler arasında İstanbul Tophane, Azapkapı ve Üsküdar meydan çeşmeleri sayılabilir. Tüm bu yapılarda Batı barokunun etkileri egemen olmakla birlikte, Türk baroku özgün bir yaratıcılık çizgisi izlemiş, böylece daha sonraki seçmeci tutumdan ayrılmıştır. Bu niteliğiyle Avrupa barokunun Osmanlı sanatındaki bir yansıması sayılmaktan çok, Osmanlı sanatında bir baroklaşma eğilimi olarak değerlendirilebilir.

Rönesans ve Maniyerizmi izleyen Barok sanat Roma’da doğmuş ve gelişmiş, 1580-1750 yıllarında İspanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İngiltere gibi diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Barok sözcüğü kuyumculukla ilgili bir terim olup düzgün olmayan inci veya yontulmamış inci anlamına gelir. Barok sanat, o yüzyıllarda batı sanat anlayışını benimsemeye çalışan Osmanlı Devleti ve Rusya’da da örneklerini vermiş, Çin’e ve Latin Amerika’ya kadar yayılmıştır.

Barok Resim Sanatı Genel Özellikleri

Barok resmi değişik Avrupa ülkelerinde farklı özellikler gösterir. Bu dönem resimlerinde görülen özellikler şunlardır:

  • Barok resimde azizlerin yaşamı, mitolojik konular, kahramanlık öyküleri, ailelerin tarihi, portreler gibi konular sıkça işlenmiştir.
  • Rönesans’taki insanı ön plana çıkaran resim anlayışı Barokta yerini manzara (peyzaj) ressamlığına bırakır. Ülke manzaraları önem kazanır.
  • Ölü doğa (natürmort) ve ev içi betimlemeleri (enteriyör) resme girmiştir.
  • Tek ya da grup portreleri sıklıkla çalışılmıştır.
  • Barok resimde ışık bütün resim yüzeyine aynı ölçüde dağılmaz ve parçalar hâlinde yansır. Parlak, yoğun ışık altında kalan ayrıntılar ile koyu gölgeli yerler değişir. Işık, sembolik bir anlam taşır. En önemli bölgeler ışıkla aydınlatılır.
  • Resimlerde özellikle kırmızı ve kahverengi ile bunların tonları kullanılmıştır.
  • Savrulan, uçuşan, hareketli figürler eğri çizgiler oluşturacak biçimde resme yerleştirilmiştir.

Barok Resim Sanatçıları

Peter Paul Rubens (Pitır Pol Rubens) (1567-1640): Hollanda’nın en ünlü Barok sanatçısıdır. Anvers’te doğmuş ve yaşamının büyük bir bölümünü burada geçirmiştir. 1600’lü yıllarda İtalya’ya giden sanatçı, burada Michelangelo, Caravaggio ve Tiziano’nun çalışmalarından etkilenmiştir.

Mitoloji ve tarihsel konuları resimlerine konu edinen sanatçının yapıtlarının çoğu, büyük boyutlu tablolardır. Rubens, aynı zamanda ünlü bir portre sanatçısıdır. Resimlerindeki kişiler ister erkek, ister kadın, yaşlı, genç veya çocuk; ne olursa olsun sağlam yapılı, sağlıklı ve şişmanca kişilerdir. Modellerinde giysilerin ihtişamı ve süs unsuru üzerinde durmuştur. Mitolojik konulu resimlerinde çıplak figürler yer alır.

Rubens, yaptığı resimlerde ışıklı ve gölgeli bölümlerle büyük heyecanlar yaratmak ister. İzlenimlerini vurgulayabilmek için bir teknik geliştirir. Işıklı bölgeleri mat, gölgeli bölgeleri ise saydam soğuk renklerle boyayarak resmin yüzeyinde sağlam bir zemin oluşturur.

Rubens’in natürmortlarında ve manzaralarında Flamanlara özgü gerçekçilik özelliği ağır basar. Manzaralarındaki ağaçlar da insanlar gibi sağlam yapılı ve yaygın dallıdır.

Önemli yapıtları arasında Amazonların Savaşı, Le-ukippos (Lökipus)’un Kızlarının Kaçırılışı, Barışın Nimetleri, Haçın Havaya Kaldırılışı ile İş Dönüşü sayılabilir.
Rubens sanat tarzı ile yalnız kendi ülkesini değil, bütün Avrupa’yı etkilemiştir.

Rembrandt Harmensz Fanrijn (Rembrant Harmens Fanriyn) (1606-1669): 17. yüzyılın en önemli Hollandalı ressamlarındandır. Sanatçı, resimlerinde ışık gölge kullanımıyla büyüleyici bir hava sağlamıştır. Kullandığı renklerdeki parlaklık, duygu dünyasındaki zenginlik, kendi çağını ve kendisinden sonra da bütün Avrupa’yı etkilemiştir.

Resimlerinde insanı konu olarak seçmiş ve özellikle onun yalnızlığını işlemiştir. Altın parıltılı ışık ile bir arada kullandığı siyah ve kahverengi tonları sayesinde insanın yalnızlıktan kayboluşunu son derece canlı bir biçimde betimlemiştir.

Sanatçı, grup resimlerinde kişilerin dikkat çekiciliğini ışıkla sağlamıştır. Nereden geldiği belli olmayan bir ışık, resmin en göz alıcı noktasını aydınlatır ve bütün dikkatler o bölgede toplanır. Rembrandt için figürler ikinci plandadır.

Dr. Tulp’un Anatomi Dersi adlı tablosunda yukarıdaki özelliklerin tümü görülür. Sanatçı, bu yapıtında adaleleri açılmış bir kadavrayı ve onların hocasını konu olarak seçmiştir. Kuvvetli bir ışık dersin konusu olan kadavra üzerine dikkatleri çekmektedir. Kadavranın çevresinde hocalarını izleyen portre başlar sıralanmıştır. Kadavraya ve yüzlere vuran ışık, resimde bir bütünlük sağlamıştır.

Gece Nöbeti adlı tablosunda sanatçı, figürleri gürültülü ve karmaşık bir biçimde sokaktan geçerken göstermektedir. Nereden geldiği belli olmayan gizemli bir ışık kompozisyona egemendir. Ama ışık, her figüre eşit olarak gelmemektedir.

Sanatçının diğer yapıtları arasında Saskia’nın Portresi, kendi portreleri ve Denizde Fırtına sayılabilir.

Barok Heykel Sanatı Özellikleri

  • Barok Dönemde yapılan heykeller genellikle şehir meydanlarına, kiliselerin içine, saray bahçelerine, büyük çeşme ve havuzlara süsleme amacıyla yerleştirilmiştir.
  • Mimaride de heykelden süsleme olarak yararlanılmıştır. Bu heykellere örnek olarak taşıyıcı görevi gören karyatid ve telemonları verebiliriz.
  • Karyatid, antik mimarlıkta ve Barok döneminde kadın heykeli biçimindeki sütunlara verilen addır.
  • Telemon, mimarlıkta kullanılan erkek heykeli biçimindeki sütunlara verilen addır.
  • Bağımsız olarak yapılan heykellerde ise insan figürleri hiçbir zaman hareketsiz ya da dinlenirken işlenmemiş, her zaman bir hareket hâlinde verilmişlerdir.
  • Barok heykellerinde insan teni büyük bir ustalıkla ele alınmış, elbise kıvrımları ışık ve gölgeyi oluşturacak biçimde işlenmiştir. Bunlara, taşıyıcı olarak kullanılan karyatid ve telemonlar örnek verilebilir. Figürler genç yaşlı, kadın erkek ayrımı yapılmasını sağlayacak kadar ustalıkla verilmiştir. Barok heykellerinde insan figürleri, Rönesans sanatçılarının istediklerinden çok daha zariftir.
  • Barok Döneminde kentlerin meydanlarında ve değişik yerlerinde yapılan çeşmeler; mitolojik figürler, su perileri ve yunus balıkları ile süslenmiştir.

Barok Heykel Sanatı Sanatçıları

Lorenzo Bernini (1598-1680): Vatikan’daki eski Yunan ve Roma heykellerinden etkilenmiş, Rönesans heykelini tanımıştır. Mimar, ressam, heykeltıraş ve tiyatro yazarlığı gibi çok yönlü bir sanatçı olan Bernini, Roma’da Kardinal Borghese’nin himayesinde birçok yapıt yapmıştır.

Sanatçının en tanınmış yapıtlarından birisi Apollon ve Daphne (Dafne) adlı heykeldir. Apol-lon’dan kaçan Daphne, izleyenlerin gözü önünde defne ağacına dönüşmektedir. Sanatçı, bu anı büyük bir ustalık ve güçlü bir yorumla vermeyi başarmıştır (Resim 163).

Lorenzo Bernini, Roma’da Navora Meyda-nı’nda yer alan Dört Irmak Çeşmesi ile sanatının doruğuna ulaşmıştır. Çeşmede, kayalıkların tepesine dikilen bir obelisk ve dört yanında mermer dört erkek heykeli betimlenmiştir 

Sanatçının diğer önemli yapıtları arasında XIV. Louis (Lui)’in Mermer Büstü, Papa X. İnnocent (İnnokent)’in Heykeli ve Cathedra (Ka-detra) Petri Heykeli sayılabilir.

Barok Mimarisi Genel Özellikleri

Barok Döneminde kilise büyüklerinin sanat üzerinde yeniden büyük bir etki sağladıkları görülmektedir. Din adamları, artan güçlerini yaptırdıkları anıtsal, dinsel mimari yapıtlarda gösterirler. Din adamlarının yanı sıra devlet adamları da kendilerine büyük saraylar, şatolar yaptırırlar.

Barok mimarlar, İlk Çağ mimarisinden de etkilenmişlerdir. O dönemde kullanılan friz, alınlık, kemer, sütun gibi mimarlık ögelerini farklı biçimlerde kendi yapıtlarında da kullandılar.

Barok Döneminde kent ve bahçe planlaması alanında özgün örnekler verilmiştir. Alanlar havuzlarla süslenmiş, anıtsal çeşme mimarisi ortaya çıkmıştır. Bahçelerde heykel ve mimari bir bütün oluşturmuştur.
Bu dönemde yapılarda bazilika planının yanı sıra oval ve yıldız planlar kullanılmıştır. Mimaride hiçbir dönemde olmadığı kadar çok süslemeye yer verilmiştir. Rönesans mimarisinde kullanılan düz çizgilere karşılık Barok yapılarda girinti ve çıkıntılar, cephelerde dalgalanmalar görülür.

Barok Mimarisi Sanatçıları

Borromini (1599-1667): İtalyan mimarisinin en büyük isimlerinden biridir. Milano’da mimarlık ve heykel sanatını öğrendikten sonra Roma’ya yerleşmiştir. İtalyan sanatçıları Maderna ve Bernini’nin yanında çalışmıştır. Yapılarında Rönesans Döneminde görülen ölçü ve simetri yerini eğri çizgilere bırakmıştır.
Sanatçının ilk önemli yapıtı Saint Carlo (San Karlo) Kilisesi’dir.

Antik Çağı inceleyen bir usta olarak yapıtlarında Antik Çağ kültüründen uzaklaşmış, özgün yapıtlar ortaya koymuştur. Saint İvo Kilisesi sanatçının klasik tarzdan tamamen koptuğu bir yapıdır. Oval plan ve Uzak Doğu yapılarının etkisiyle yaptığı kubbe, yapıya bir hareketlilik kazandırmıştır.
Borromini eski klasik biçimleri değiştirip yeni biçimler bulmaya çalışmıştır. Örneğin, Roma’daki Saint Philip Neri (San Filip Neri) Kilisesi’nin cephesinde, üçgen alınlık yerine dalgalı ve kesik çizgilerden oluşan, değişik bir alınlık kullanmıştır.

Sanatçının diğer önemli bir yapıtı da Saint Agnese (San Agnesi) Kilisesi’dir.

Barok Müzik

Avrupa’da genel çizgileriyle 1600-1750 arasındaki dönemde bestelenen müziği belirten terim. İtalya’daki ilk opera denemeleriyle başlayan ve yapıtları çağın kontrapunto üslubunun doruğunu oluşturan Johann Sebastian Bach’ın ölümüyle sona eren barok müzik, gerek zaman açısından, gerek belirgin ulusal üsluplar açısından çeşitli bölümlere ayrılabilir. Dönem olan XVIII. yy. sonunda, müzik yazarları, barok terimini doğal olmayan aşırı süslemelerle çarpıtılmış gibi gördükleri daha eski müziği betimlemek için aşağılayıcı bir anlamda kullanmaya başladılar. Resim, heykel ve mimarlıkta da başlangıçta aynı küçültücü anlamı taşıyan sözcük, Rönesans sonrasındaki dönem kuyumculuğunda düzensiz tuhaf biçimli inciler, taşlar, vb. için kullanılıyordu.

XVI. yy. sonunda, İtalyan bestecileri, müziğin şiir tarafından dile getirilen duyguların yoğunluğunu yansıttığı çok sesli madrigali kusursuzlaştırdılar. Barok müziğin bu ilk dönemine Claudio Monteverdi damgasını vurdu; operalarıyla ve madrigal kitaplarıyla, barok müziğin bu döneminin en önemli örneklerini ortaya koydu.

Eski İtalyan kantatı da, genellikle din dışı olan öykünün bir solo şarkıcı tarafından recitativolar ve aryalar yoluyla anlatıldığı bir biçimdi. 150 yıllık bir süre boyunca bu biçim Avrupa’nın her yanına yayıldı; özellikle birkaç şarkıcıyı ve koroyu içeren yapıtlara ulaşan bir evrim gösterdiği Almanya’da çok büyük bir değişiklik geçirdi: Barok çağın sonunda Bach, kutsal ezgilerin birleştirici bir rol oynadığı, çoğunlukla büyük korolar tarafından seslendirilen kantatlar besteliyordu.

Dinsel bir tema üstüne genişletilmiş dramatik bir yapıt olan, kökleri eski Roma’ya dayanan oratoryo, Alman-İngiliz bestecisi Georg Friedrich Haendel’in çalışmalarıyla Avrupa’nın her yanına yayıldı: Haendel, oratoryaların başyapıtı sayılan Messiah’ı İngiltere’de besteledi.

Barok dönemde ortaya çıkan önemli bir tür de, sonat oldu. Motet ya da kantat gibi sonat da, Domenico Scarlatti’nin klavyeli çalgılar için sonatlarında görüldüğü gibi, tek-ölçülü iki ya da üç bölümlük bir biçimden gelişerek, Bach’ın bestelediği sonatlar gibi çok ölçülü biçimlere ulaştı. İlk sonatlar solo çalgılar ya da küçük topluluklar için bestelendi. XVII. yy. sonlarına doğru, orta barok dönemi yerini geç barok dönemine bırakırken, en güzel örneklerini Bach’ın ve Antonio Vivaldi’nin verdikleri konçerto türü doğdu.

İlgili Makaleler