Genel KültürTarih

Derebeylik Nedir? Tarihi

Derebeylik: Ortaçağ’da Avrupa’da görülen siyasal toplumsal düzen.

1000 yılına doğru Avrupa, ülkeleri yakıp yıkan, halkı kıyımdan geçiren Norman baskınlarından ve büyük kavimler göçünden sonra kendini toparlamakta çok sıkıntı çekti. Bu baskınlar üzerine Avrupa halkı güvenliğini sağlamak için örgütlenme gereği duydu. Toplumun birbirinden ayrı iki gruba bölündüğü derebeylik düzeni işte böyle doğdu: bir yanda azınlığı oluşturan derebeyleri ve meslekleri savaşmak olan şövalyeler; öte yanda köleliğe pek yakın bir rejime, serfliğe baş eğmek zorunda bırakılan köylü kitlesi.

Batı Avrupa’da derebeylik sisteminin altın çağı X. ve XIII. yüzyıllar arasına rastlar. Ama Rusya gibi bir kısım ülkelerde bu sistem XX. yüzyılın başlangıcına kadar sürüp gider.

Krallar ve Beyler

Derebeylik sisteminde en başta yer alan kral, büyük beyler (baronlar, dükler, kontlar, piskoposlar) aracılığıyla hüküm sürer. Büyük beylerden sonra daha küçükleri (markiler ve şövalyeler), en sonda da köylüler gelir. Sırası ve rütbesi ne olursa olsun her derebeyi (vasal), bir üstteki daha büyük derebeyine bağlıdır ve bu büyük derebeyi bazıları için doğrudan doğruya kral olabilir.

Bir beyi (vasal) daha büyük beye veya krala bağlayan bağlar bir bağlılık ve saygı töreniyle resmiyet kazanır: bey (vasal) efendisinin önünde diz çöker, ellerini onun ellerine verir ve kutsal bir yeminle ona candan bağlı olduğunu ilân eder. Bu onuru daha da belirlemek ve pekiştirmek için büyük bey veya kral, bağlılık yemini eden beye istediği gibi kullanabileceği bir tımar verir; bu tımarın içinde şato, arazi v.b. şeyler bulunur.

Her bey, adaleti yerine getirmede ve savaşta efendisine yardım etmekle, efendisi tutsak düşerse onu kurtarmak için fidye ödemekle, Haçh Seferleri’ne katıldığı veya kızını evlendirdiği zaman ona para vermekle yükümlüdür.

Şövalyelik

Çıkarlarını korumak veya iktidarlarını genişletmek için derebeyleri birbirleriyle savaşırlar. Bununla birlikte hepsi savaşta olduğu gibi barışta da aynı kurallara uyar, çünkü aynı sınıftandırlar, yani şövalye’dirler.

Şövalye olmak için, yedi yaşından başlayarak, yoğun bir eğitimden geçmek ve sert bir disipline uymak gerekir: arma taşıyıcısı olmaktan, yani savaş alanında derebeyinin armasını (kalkan) taşımak imtiyazına sahip olmadan önce, ata binmek ve silâh kullanmak öğrenilir. Sonra, şövalye adayı on beş veya on sekiz yaşında iken tam yirmi dört saat aç oturur ve bütün bir geceyi duayla geçirir (silâh bekleme). Böylece kendini silâh kuşanma törenine hazırlar. Bu törenle şövalyelik tarikatına girdiği resmen kabul edilmiş olur: şövalye adayı, ustasının yardımıyla mahmuzlarını takar, zırhlı gömleğini (demir telden örme gömlek) giyer, başına tolgasını (yüzünü koruyan miğfer) geçirir; ustası kalkanıyla kılıcını da eline verir; sonra elinin tersiyle ensesine vurarak: Tanrı sana cesaret, kuvvet ve yiğitlik versin, efendine karşı doğruluk, kâfirlere karşı zafer bağışlasın! der. Yeni şövalye, yiğit ligini göstermek için atma binerek askerleri temsil eden tahta mankenleri kılıçtan geçirir.

Başlangıçta bütün zenginlerin girebileceği (askerî donanım çok pahalıydı) şövalyelik sonradan babadan oğula geçer oldu ve böylece soylu lukla karıştı.

Köylü Sınıfı

Köylüler aşağılık sayılan işleri görürlerdi: topraklan işler, her türlü ağır işleri (angaryalar) yaparlardı, ayrıca vergi ve haraç da ödemek zorundaydılar. Köylülerin çok küçük bir kısmı özgürdü, bunlar topraklarına karşılık yalnız askerlik hizmetiyle yükümlüydüler. Buna karşılık büyük çoğunluk tamamen derebeyine bağlı serlerden oluşuyordu. Bunlar sömürülmekten ve derebeylik savaşlarının tarlalara verdiği zararlardan bıkıp usanarak zaman zaman ayaklan-salar bile, yazgıları hiç bir zaman değişmiyordu. Derebeylik düzeni ancak Büyük *Fransız Devrimi ile Avrupa’da gerçek anlamda silinmeğe başlamıştır.