HalkbilimiGelenekler

Doğum Öncesi Gelenekleri (Adetleri) Nelerdir?

 

Kültürümüzde Doğum Öncesi Gelenekleri Adetleri. Çocuğun cinsiyetinin tayini. Çocuğun cinsiyetinin tahmini. Aşerme, Gebeliğin Duyurulması. Düşük Yapma, Kısırlık Vb.

Çocuk sahibi olmak biyolojik ve kültürel bir görevdir. Bu nedenle kültürleme süreci içerisinde (Sosyal bilimlerdeki sosyalizasyon ya da geniş anlamıyla eğitim; doğumdan ölüme kadar kişinin toplumun istek ve beklentilerine uyacak şekilde etkilenmesi ve değiştirilmesi sürecidir.) çocuk, çocukluk, çocuk bakım usulleri, rol ve statüler öğrenilmektedir. Bu bilgiler doğrultusunda da bireyler, kültürün öngördüğü şekilde çocuk sahibi olmak ve yetiştirmek için aktif olarak görev almaktadırlar.

Çocuk; aile ve akraba grubunu sevindirmekte, güç ve nüfuz sağlamaktadır. Ayrıca; anne ve babanın kültürel kimliğini pekiştirmekte, soyun devamı için önemli bir unsur olarak görülmektedir. Bunun yanında ebeveynler için geleceğin sigortası olarak görülmekte, psikolojik, ekonomik ve kültürel yönden rahatlık sağlamaktadır. Çocuk sahibi olmama durumu ise, kültürel kimlik kaybı ve eksiklik olarak görülmekte, çocuk sahibi olmak için çeşitli yollara başvurulmaktadır.

a- Kadının kısırlığının giderilmesi: Toplumumuzda kısırlık, büyük ölçüde kadın ve kadınlık statüsüyle ilgili bir sorun olarak görülmektedir. Yetersizlik ve yeteneksizliğin kadından kaynaklandığı görüşü hakimdir. Bu nedenle de tedavi yöntemleri daha çok kadınlara yöneliktir.
Kadın; evinde itibar kazanmak, analık zevkini tatmak, hatta yerini korumak için (aksi halde kuma tehlikesi vardır) doğurmak zorundadır. Gebeliğin gerçekleşmesini sağlayabilmek için de çeşitli tedavi yollan denenmektedir.

Kısırlığın tedavisi için başvurulan tedavi şekillerini şöyle sıralayabiliriz:

Dini, büyüsel nitelikli uygulamalar; Hocaya okunma, muska yazdırma, türbe ve yatır ziyareti, büyücüye gitme gibi.

Halk tababeti ile ilgili uygulamalar; Halk hekimliği bilgisine dayalı geleneksel uygulamalardır. Çeşitli buğulara oturma, bel çektirme, kocakarı ilacı kullanma, “ebeana” veya “ebekan” olarak adlandırılan kadınların yardımını isteme, kaplıcaya gitme vb.

Modem sağlık kurumlarına, yani doktor ve hasta-hane tedavisine başvurma.

b- Erkeğin kısırlığının giderilmesi: Genellikle erkekte, kısırlık sorunun olmayacağı düşüncesi hâkimdir. Ancak, çoğunlukla kadına yönelik tedavilerin başarısızlığında, erkekte kusur olabileceği düşünülmektedir. Ataerkil özelliklerin, bu tutumda önemli etkisi vardır. Erkeklere yönelik tedavi uygulamaları çoğu zaman gizlilik içerisinde yürütülmekte ve yine daha çok modem tedavi kurumlarına yönelim söz konusu olmaktadır. Muska yazdırmak, türbe ziyareti, kaplıca tedavisi, 49 gün yumurta akı içme, yağ ve bal, maydanoz, fındık, fıstık, baharatlı şeyler ve yağlı tohumlar yeme vb. ise geleneksel tedavi uygulamalarına örnektir.

c- Çocuğun cinsiyetinin tayini: Çocuğun cinsiyeti ve ilgili cinsiyete özgü rol ve statüler toplumumuzda önemli bir konudur. Özellikle erkek çocuk tercih edilmekte ve bunun gerçekleşebilmesi için çeşitli yollara başvurulmaktadır.

Örneğin; Adak, kurban, muska, erkek isimleri yazılı kağıdın suya konması ve oğlan doğurmak isteyen kadının gün doğmadan iki rekat namaz kılıp yatması vb. Bazı durumlarda ise, fazla erkek çocuğu olan aileler, kız çocuk sahibi olmak istemektedirler. Yine bu durumda da çeşitli uygulamalara başvurulmaktadır. Örneğin; yeşil sebze ve ekşili şeyler yemek, ağaca taş atarak -oğlanı boşladım, kıza başladım-demek vs.

Erkek ve kız ayırımının temelinde; ataerkil özelliklere bağlı olarak erkeğin güç, nüfuz, ekonomik ve sosyal güvence unsuru olarak görülmesi, kızın ise zayıflığın, simgesi olması ve geçici unsur olarak görülmesi yatmaktadır. Yani psikolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel etkenler rol oynamaktadır.

d- Çocuğun cinsiyetinin tahmini: Gebenin karnının sivri olması, güzelleşmesi, çocuğun sağ tarafta canlanması, kırk gün içerisinde çocukta hareketlenmenin görülmesi, göbeğin altının siyah olması, ağrı çeken kadının yüzü güleç olması, doğum ağrısının belden tutması, kadının yüzünün beyaz ya da çillenmiş olması, dudaklarının kalınlaşması, burnun incelmesi, tatlıya karşı düşkünlük vb. belirtilerden hareketle oğlan doğuracağına inanılır.

Karın yaygınlığı, kalça genişlemesi, çirkinleşme, çocuğun karnın sol boşluğunda olması, ekşi yiyeceklere düşkünlük, çocuğun anne karnında geç hareketlenmesi, kadının kaş ve kirpiklerinin dökülmesi, ağız ve burnun şişmesi, büyümesi, uykuya aşırı düşkünlük, doğum ağrısının kasıktan başlaması vb. belirtilere bağlı olarak kadının kız doğuracağına inanılır.

Karnın çok büyük olması, oturunca karnın yere değmesi, karnın çatallaşması, gebe ayakta dururken ayaklarını görememesi, paytak yürümesi, çok yemek yemesi vb. belirtiler ise, kadının ikiz doğuracağının belirtileri olarak yorumlanmaktadır.

e- Aşerme: Aşerme; belirle yiyecekleri yemekten kaçınmayı ya da tam tersine belli yiyeceklere yöneliş ve garip isteklerle dolu bir dönemdir. Bu tür şeyler bazen de anolojik (benzetmeli) büyünün etkisiyle yapılmaktadır. Çünkü gebe kadın biyolojik fizyolojik, sosyal ve kültürel yönden bir geçiş dönemi yaşamakta ve mevcut durumunu da için de yaşadığı kültürel özelliklere göre ayarlamaktadır.

Kültürümüzde aşerme ile ilgili benzetme ve deyimler de vardır. Bunlardan bazıları: Ağ seçen, ağzı kel, ağzının tadı yok, ayak toplayan, aşçalan, aşerik, aşveren, başı bozuk, bebeli, baklayı yutmuş, bozgun, çalığı var, çocuk hastası, gönlü kötü, ölmez hastalık, üzeri yüklü, yerikli, yokuşu var vb.

Aşeren kadının yemesi, içmesi gerekli görülen şeyler ise, canının çektiği her şey et, tatlı, meyve, yoğurt, süt, sebze vb. Ayrıca komşuların gebenin gördüğü yiyeceklerden ve kokan yiyeceklerden gebeye vermek gerekir.

Bazı yörelerimizde gebelerin toprak ve kil taşı yedikleri de bilinmektedir. Bu konuda özellikle kayınvalide ve kız anası gebeye yardımcı olmaktadırlar.

Acılı, ekşili, baharatlı yiyecekler, sakatat, fazla yağlı yiyecekler, fasulye, gaz yapıcı yiyecekler, balık, ayva, içki, sigara vb. ise gebe beslenmesinde uygun görülmemektedir. Çirkin kimselere, ayı, deve, tavşan vb. hayvanlara bakmak da gebe için konulan yasaklar arasındadır.

i-Gebeliğin duyurulması: Gebelik, ilk kez 1885’de Monneret tarafından, “ilhak esnasında başlayan puerperalite, gebelikte devam eder, doğumla sonuçlanır ve emzirmeden sonra aybaşının avdet etmesiyle son bulur, “şeklinde tanımlanmıştır.

Gebelik temelde biyolojik bir olay gibi görünmesine karşın, toplumlara ve kültürlere göre değişen biopsişik ve biokültürel özelliklere sahip bir olaydır. Gebelik tutum ve davranışları kültürel kalıp ve değerler tarafından belirlenmektedir. Evlenme aşamasında başlayarak pek çok adetin, bilimsel, dinî ve büyüsel özlü uygulamalarının denetiminde gelişip gerçekleşen gebeliğin duyurulması da toplumumuzda belli kurallara bağlıdır.

Gebelik, toplumumuzda tehlikeli ve zararlı etkilere açık bir geçiş dönemi olarak kabul edilmektedir. Bu yüzden gebeliğin belli edilmemesi ve herkese söylenmemesi gerekmektedir. Özellikle ilk üç ayda bu tutum daha yaygındır. Hasetlik, istememezlik vb. duygularla birileri gebeye ve çocuğuna zarar verebilirler inancı vardır. Bu nedenle gebelik belirtilerinden olan kusma, baş dönmesi, aşerme vb. olaylar, başkalarına üşütme, kırıklık vb. rahatsızlıklarla açıklanmaktadır.

Öte yandan toplumumuzda, özellikle kır kesimde gebelik mahrem ve gizli bir ilişkinin sonucu olarak değerlendirilmekte, ayıp ve utanma normlarının da etkisiyle konu mahrem ve gizli tutulmaya çalışılmaktadır. Bu konuda herkesle konuşulmamak, özellikle ergin ve yaşlı erkekler konunun dışında tutulmalıdırlar. Aksi davranışlar, terbiyesizlik ve ahlâksızlık olarak değerlendirilmektedir. Bu kurallara bağlı olarak gebelik; kayınvalideden başlayarak yavaş yavaş akraba, yaşlı kadınlara ve onlar aracılığı ile de akraba erkeklere duyurulmaktadır. İlerleyen aylarda ise, gebeliğin biyolojik açıdan gizlenmesi mümkün olamamaktadır. Bu durumda da gebeye; kollarını, göğüs ve karın arasında bağlayarak dolaşması öğütlenmektedir.

Öte yandan gebelik çoğunlukla hastalık olarak kabul edilmekte ve gebeler hasta muamelesi görmektedirler. Buna bağlı olarak gebe de kendini hasta hissetmekte, hatta hasta rolü oynamak gereğini duymaktadır. Gebenin rahat görünmesi ve durumundan memnun olması özellikle kırsal kesimde -terbiyesizlik-olarak değerlendirilmektedir.. Çünkü, gebelikten hoşnut olmakla, gebeliğin başlangıcında yer alan cinsel ilişki ve bir erkekle bir arada olma arasında paralellik kurulmaktadır. Aksi durumda birinci derecede kayınvalide ve annenin müdahalesi ve uyarılar söz konusu olabilmektedir.

g- Düşüğü önleme ve istenmeyen çocuk: Ağır kaldırmamak, hocaya gitmek, muska yazdırmak, türbe ve yatır ziyaretleri, bele yakı vurmak, uzan süre sırt üstü yatmak, yükseğe uzanmamak, bele kuşak bağlamak, bel çektirmek, tutkal ve nişasta içmek vb. geleneksel uygulamaların yanısıra hastahane ve doktor kontrolü düşüğü önleme konusundaki uygulamalardır.(Örnek, s. 96-100)

İstenmeyen çocuk ve gebeliğin yarıda kesilmesi konusunda da kasıtlı ağır kaldırma, yüksekten atlama, kibrit çöpü, çay kaşığı vb. geleneksel müdahaleler ile modern sağlık kurumlarından yararlanılmaktadır.

Kaynak: Türk Aile Ansiklopedisi, Ahmet Maden

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir