Harput’ta Eskiden Kurban Bayramları
Harput’ta Eskiden Kurban Bayramları Nasıldı? Harput’ta eskiden kurban bayramları nasıl kutlanırdı?
Kurban Bayramlarından bir iki gün evvel her evin avlusundan veya ahırlarından gelen koyun melemeleri ve sığır möö.. sesleri, Bayramın geldiğini müjdelerse de bunların akıbetlerini düşününce de insan gayr-i ihtiyarî teessürler içinde kalırdı.
Bayram namazından sonra hemen hemen bütün evlerde bu kurbanlar kesilmeye başlardı. Evvelden tembih edilmiş Müslüman kasaplar, kapıya gelince, o evde kaç kurban kesilecekse ve kimlere aitse bunlar, kasaba ayrı ayrı: Kurbanımı kesmeğe sizi vekil ettim, diye kurbanların kesileceği yere inerler. Evvelden hazırlanmış beyaz mendiller veya beyaz bezlerle kurbanlık koyun veya sığırların gözleri bağlanır ve yere, yüzü kıbleye getirilmek suretiyle yatırılır. Kurbanın başında bulunanlar, kasabın yüksek sesle: Allâh-ü Ek-ber.. Allâh-ü Ekber.. diye tekbir alışma hep birden iştirak ile kurbanlarını kestirirlerdi. Diyebilirim ki, aynı saatlerde her evden bu ilâhî tekbir sadâlarını işitmek mümkün olurdu. Kurbanın fukaraya verilecek kısmı üçte birden aşağı olmaması şart olduğuna göre kurban etleri ayrılır, aynı saatlerde ve mutlak surette yedi fakire verildikten sonra ayrıca konu komşuya da dağıtılırdı.
Eve ayrılan kısımdan ise içli köfteler.. Dilim Dolmalar., ve saire yapılarak çoluk çocuğa yedirilmek suretiyle ev halkı da bundan istifade ederdi. Bazı cimri ve tamahkâr insanlar vardı ki, bunlarla da şu şekilde alay edilirdi: Gel bakalım Ağa! Kurbanı kestin, Allah kabul etsin.. Amma sizin evden hiç bir fakire ve konu komşuya et verildiğini gören olmamış.. Bu ne iştir? Yoksa kanı dışarı, eti içeri yaptın öyle mi? diye eğlenenler ve böylelerine takılanlar çok olurdu.
Halkın çoğu, kurbanlık için ya evlerinde besledikleri veya pazarlardan satın aldıkları koçları, bir kısmı da sığır keserlerdi. Bir sığır, yedi koça bedeldi, yâni bir sığır yedi kişiye kurban edilebilirdi. Meselâ bir evde yedi kurban kesecek kimse bulunmazsa konu komşudan bir kaç kişi iştirak ettirilr, sığır kesildikten ve etleri usta kasaplar tarafından yedi kısma taksim edilir, aynı zamanda tartılır da.. Sonra kurban sahiplerinin isimleri ufak kâğıtlar üzerine yazılarak dürülür ve bir çocuk eliyle bu kâğıtlar, yediye ayrılmış olan et yığınlarının üzerine birer birer dağıtılır.. İsimler okununca herkes etini alır, ellerindeki kaplara koyarak evlerine götürürlerdi.
Harput’ta Bayram Davulunun da hususiyeti vardı. Ramazanda geceleri davul çalan davulcular, Bayramın 1. inci gününden başlayarak son günü akşamına kadar devam etmek üzere Davul ve Klarnetle en güzel yerli havaları çala çala şehrin bütün mahallelerini dolaşır ve kapıları çalarak bahşişlerini alırlardı. Şehrin fakiri de, zengini de bu davulculara para, erzak, mendil, çorap, kumaş gibi bayram hediyelerini memnunlukla verirlerdi, aldıkları bu kumaşları, bu renkli çitareleri ve bu kırmızı mendilleri boyunlarına sarar, bir kısmını da davulun dört bir tarafına dolarlardı.
Kurban bayramlarında ise, davulcuların et hisseleri de hususî surette ayrılır kendilerine verilirdi. Sonra bazı konaklardan fazla bahşiş ve hediye koparmak için kapılarının önünde saatlerce çalar, halkı da etraflarına toplayabilirlerdi, halk içinden bilhassa gençler ayrılır, Davulun önünde halay tutar, eğlenirlerdi.
Bayramlarda gençler ve genç kızlar, kendi aralarında ayrı ayrı toplanır, çalar, çağırır, güler, oynar, bayram yaparlardı. Bayramlar, ilk bahar ve yaz mevsimlerine tesadüf ettiği zamanlarda ise Cirit oyunları tertip edilir, çoluk çocuk ve bütün halk Ciritler meydanına dökülürlerdi.
Bir bayram gecesi.. Yaz ile sonbaharın karşı karşıya geldiği bir mevsim.. Ne sıcak, ne soğuk.. Şimdi Harput’un Ağa mahallesindeyiz. Sabaha karşı alaca karanlıklar içinde örtülü bir kadın gölgesi, geniş caddede seri adımlarla ilerliyor, nihayet’ ufak bir taş kapının önünde duruyor. Tık.. Tık!.. Kapı hemen açılıyor ve gölge içeriye girince iki oluyorlar.. Küçük evin sallarla döşeli tertemiz avlusunda ufak bir mum ışığının altında bu iki muzip gölge, bir taraftan kıyafetlerini tebdile çalışırken, bir taraftan da içten gelen gülmelerini ve gülmeden katılmalarını etrafa duyurmamak için dudaklarını sıkı sıkıya ısırmaktadırlar. Bir az sonra içerden gölgeler iki olarak caddeye çıkıyor, Üçler çeşmesine doğru yol alan bu iki hayaletin, şimdi iki kadın dilenci oldukları tamamıyla seçiliyordu.
Üzerlerinde lime lime elbiseler.. Başlarında yırtık pırtık kirli birer paçavra parçası.. Birisinin ayağında çarık, ötekinin ayağında delik deşik büyük bir erkek kundurası.. Sağ kollarında Malatyakâri iki tahta külek takılı.. Sol taraf omuzlarında ise simsiyah kirli ve şişkin büyük bir torba.. İkisinin de yüzleri kapalı.. Bu başörtülerinin aralığından yalnız bir tek kara gözleri güç hâl görülebiliyor.
Sabahın bu erken saatlerinde kendilerini sokağa atan bu iki sırdaş, Kayabaşına akın hâlinde giden erkeklerin arasından çekingen ve heyecanlı bir surette zikzaklar çizerek yürüyorlardı. Acaba esrarengiz bu dilenciler kimlerdi? Ve sabahın bu erken saatlerinde sokaklara ne maksatla atılmışlardı.
Sayın okuyucularım! Bu soruları ancak yine ben cevaplandırabilirim; çünkü bunu benden başka bilen yok.. Sizler de her halde meraktasınız.. Şu hâlde konuşmama müsaade ederseniz bu muammayı çözer ve bu muzipliğin iç yüzünü sizlere anlatırım.
Sayın okuyucularım! Yazılarımın başında evvelâ gölge, sonra iki dilenci diye tasvir ettiğim bu Dramın kahramanlarından birincisi Annem, ikincisi de Hacer hanım isminde bir komşumuzdu.
Rahmetli Annem; çok iyi huylu, çok samimî, çok neşeli. En ufak şeylerden ve her fırsattan istifade ederek bin bir çeşit komedi yaratmasını bilen ve etrafım güldüren ve bu haliyle halkın sempatisini kazanmış bulunan ve Harput aileleri arasında çok sevilen ve sayılan bir hanımdı, ona, Zınkırlının Mümine hanım, ölüyü bile güldürür, derlerdi.
Hacer hanım ise, Annemin tipinde ve yine aynı sevgi ve ilgiyi üzerine toplamış bir komşumuzdu ki, (Elâzığ’da Saatcızâde Merhum Hacı Mustafa Efendinin kız kardeşi ve tüccardan Zarif beyin halası) ydı. Alaycı ve muzip bu iki ahbap çavuş, bayramdan bir kaç gün evvel görüşmüş, sözleşmiş ve aynı zamanda kararlı ve ona göre de hazırlıklı.. Kendilerini bu kılığa sokan bütün malzeme, bayramdan evvel tedarik ve Hacer hanımın evinde muhafaza edilmişti. İşte gölge hâlinde ufak taş kapılı evin tokmağım vuran Annemdi ve bu kıyafete o evin taşlığında girmişlerdi. Maksatları: Erkekler Bayram namazında iken mahallede nazlarım çekecek ne kadar aile varsa, bunların hepsinin kapısını ayrı ayrı çalacak, kadın kıyafetinde birer dilenci olduklarından harem dairelerine doğruca ve pervâsız girilebilecek, o ailenin bütün Bayram hazırlıklarını, hususiyetlerini ve mutbaalarda pişirilen yemeklerin çeşitlerini, hulâsa bütün olan bitenleri bizzat müşahede ederek, uğradıkları evlerin hanımlarını tenkit etmek, alaya almak suretiyle gülmek, eğlenmekten ibaretti.
Hangi kapıdan içeri girmişlerse, küleklerine Pilâvdan başka bir şey konulmadığını görünce isyan etmişler, Pilâv sahanlarını fırlatmışlar, Baklava, Börek istemişler ve bir çok evden de koğulmuşlardır. Hele Efendilerin harem dairesine girdikleri zaman, Hacı Abdülhamit Efendinin kız kardeşi ismet hanımı, mutbahta Bayram yemeklerini hazırlarken yakalamışlar, lisanlarım değiştirerek münasebetli münasebetsiz söz ve hareketlerle ve verilen yemekleri beğenmemekle hanımı sinirlendirince bunları koğmuş.. Buna da aldırmayarak direndiklerinden İsmet hanım, eline geçirdiği bir sopa ile bunları kapı dışarı edebilmiştir. Beş dakika sonra tekrar içeri girerek rollerine aynen devama başlayınca, İsmet hanım, tekrar ve pürhiddet bunların üzerine hücum ettiği sıra yüzlerini açınca: Rahmetli İsmet hanım, neye uğradığını şaşırmış.. Hayretler ve mahcubiyet içerisinde: -? Allah cezanızı versin! diyerek bunları içeri almış, özür dilemiş ve olan biteni ifşa etmemeleri için önlerine tabaklarla Baklavalar, Börekler getirilmiş, izzet ve ikramda bulunulmuştur.
Bu suretle her ikisi de rollerinde muvaffak olarak katıla katıla evlerine döndükleri zaman, küleklerinde ve Turiklerindeki birbirine karışmış bin bir çeşit yemekleri, ekmekleri hemen fakirlere dağıtır, kıyafetlerini düzeltir ve girip çıktıkları bu konakların ve bu evlerin hanımlarım ele alarak, gittikleri her yerde alaya aldıkları ilgililer tarafından duylunca, bizim eve kadar gelir, özür dilerler ve saatlerce bu muzipliğin tesiri altında konuşur, kahkahalar atarlardı.
İşte Harput’un Bayram günlerine mahsus bin bir neş’e yaratan olaylarından burada sizlere ancak birisini anlatmakla bu bölümü de kapatıyorum. Asıl kapanan Harput’un kapısıdır, sönen ve tarihe karışan bir şehrin âdet ve gelenekleri işte böyle bin bir hikâye ile doludur ve maalesef bunlar da günden güne unutulmaktadır.
Geçmiş zaman olur ki, hayâli cihan değer, derler.
Kaynak: İshak Sunguroğlu- Harput Yollarında