İstanbul Çingeneleri
Çingenelerin İstanbul’a hangi tarihlerde ve nasıl yerleştikleri hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Yapılan alan araştırmalarında, büyük çoğunluğunun Balkan ülkeleri ile Ege’nin doğu ve batı sahillerinden göç ettikleri tespit edilmiştir.
11-12. yy Bizans belgelerinde “athinganoi” diye adlandırılan Çingeneler, Konstantinopolis’e, İmparator IX. Konstantinos Monomahos tarafından getirtilmişlerdi. Görevleri, soyluların katıldığı av partilerinde yaralanan vahşi hayvanları öldürmekti. Ünlü yasa yapıcı Balsamonün yazmalarında Çingenelerden, sihirbaz, falcı ve yılan oynatıcılar diye söz edilir. Aynı türden nitelemeler, Patrik I. Atanasiosün (ö. 1310) yazılarında da tekrarlanmıştır. Bazı belgelerde, hırsızlık, dilencilik ve kara büyücülükle uğraştıklarından söz edilen Bizans Çingeneleri, ayrıca elek yapımcılığı, demircilik ve nalbantlık da yaparlardı.
Evliya Çelebi ise Seyahatname ‘sinde Çingenelerin İstanbul’a Gümülcine’den ve Menteşe (Muğla) Sancağından II. Mehmed (Fatih) (1451-1481) tarafından getirtilip yerleştirildiklerini kaydeder.
İstanbul Çingeneleri, çoğunlukla kentin kırsal alanlarıyla, sur diplerine ve kenar mahallelerine yerleşmişlerdir. Toplum yapısı olarak ilk başlarda göçebe ve yarı göçebe olan Çingenelerin zaman içerisinde yerleşik hayata geçtikleri görülür. Bugün İstanbul’da ve çevresinde yerleşik düzene geçenler kadar, konar-göçer yapıyı sürdüren oba Çingeneleri de vardır. Yerleşik düzene geçmiş olan Çingeneler, Sulukule, Balat, Ayvansaray, Kasımpaşa, Kuştepe semtleri ile Gaziosmanpaşa’nın Sarıgöl, Üsküdar’ın Selamsız, Kasımpaşa’nın Ziba ve Hacıhüsrev, Beyoğlu’nun Sazlıdere, Büyükdere’nin Çayırbaşı mahallelerinde oturmaktadırlar. Göçebe veya yarı göçebe kültürü sürdüren oba Çingenelerinin yaşadıkları yerler ise, Kâğıthane, Merter, Ümraniye, Halkalı, Küçükbakkalköy, Beykoz semtlerindeki çayırlık ve sulak alanlardır. Yerleşik gruplarla göçebeler birbirlerini pek benimsemediklerinden bugüne kadar uzun süreli birliktelikler yaşayamamışlardır. Geçimsizliklerinin özünde yerleşiklerin göçebeleri hor görmeleri yatar. Kendilerini “Roman” oldukları için daha asil gören yerleşik düzendekiler, göçebeleri basit yaşantılarından ve yaptıkları işlerden dolayı Çingene olarak nitelerler. Bunlardan ayrı olarak, Batı Anadolu ve Akdeniz Bölgesi’nden gelen ve Çingenelerle akrabalıkları tam olarak aydınlığa kavuşmamış olan Abdallar her iki grup tarafından da dışlanmaktadır. Yalnız müzikle uğraşanların birbirlerine yakınlık gösterdikleri görülür. 25-30 yıldan beri İstanbul’a göç eden Abdallar da kentin kenar mahallelerine yerleşmektedirler.
Çingeneler bulundukları ülkenin ve birlikte yaşadıkları toplumun dil, din ve âdetlerine kolaylıkla uyum sağlarlar. Ancak geleneksel kültürlerini, yaşam felsefelerini sürdürmekten de geri kalmazlar. Dünyanın birçok yerinde hemen hemen aynı yaşam felsefesi ile yaşayan Çingenelerin en belirgin özellikleri özgür ve bağımsız olmak, geleceğe yönelik kaygılardan uzak durmak, gününü gün etmek şeklinde özetlenebilir. Bu yaşam tarzı çoğu kez bulundukları ülke insanları tarafından toplumdışı sayılmalarına neden olmaktadır. İstanbul Çingeneleri de bu yaşam tarzından ötürü toplum dışına itilmişlerdir.
Diğer yörelerde olduğu gibi İstanbul Çingenelerinin de kendi aralarında konuştukları, “Romani” veya “Romanca” adı verilen bir dilleri bulunmaktadır. Geniş bir kullanım alanı olmasına rağmen sözcük hazinesi dar olan bu dil, yaklaşık olarak 150 kadar sözcüğü kapsar. Gramer yapısı olarak Türkçe ile hemen hemen aynıdır. İstanbul merkez olmak üzere, Trakya ve Güney Marmara Çingenelerinin kullandıkları sözcükler, sözcüklerdeki vurgular bir kısım ortak özellikler gösterir. İzmir Çingeneleri de bu ağız biçimine yakın bir dille konuşmaktadırlar. Romancanın İstanbul argosuna kazandırdığı sözcük ve deyim sayısı da bir hayli fazladır.
Çingeneleri meslek gruplarına göre sınıflandırmak, toplumsal yapılarını tanımak açısından da en sağlıklı yoldur. Türkiye’de yaşayanların genelinde olduğu gibi İstanbul Çingeneleri arasında da müzisyenlik, görsel ve dramatik sanatlardan çengilik ve köçeklik, ayı oynatıcılığı, maymun ve kukla oynatıcılığı, çiçekçilik, demircilik, falcılık, büyücülük, sepetçilik, kalaycılık, çöp toplayıcılığı gibi meslekler sürdürülmektedir. Her meslek grubu kendisi dışında yer alan mesleği küçük görür ve alay eder. işte bu sebepten dolayı İstanbul’daki Çingenelerin oturdukları semtler, yaptıkları işlere ve meslek gruplarına göre ayrılmaktadır. Kasımpaşa ve civarında müzisyenler, falcılar, büyücüler, demirciler; Sulukule, Balat ve Ayvansaray’da eğlence hayatına yönelik çalışanlar (müzisyen, dansöz ); Kuştepe’ de çiçekçiler, ayıcılar; Halkalı ve Ümraniye’de çöp toplayıcılar yaşamaktadır. Bunun yanında Küçükbakkalköy, Ümraniye, Kâğıthane gibi meslek gruplarının karışık olarak bulunduğu semtler de vardır. Hemen her semt ve mahallede birkaç müzisyen mutlaka bulunur.
Çingeneler, “çeribaşı”, “voyvoda”, “kral”, “reis” adını verdikleri başkanlarının idaresi altında yaşamlarını sürdürürler. Kabilenin mutlak hâkimiyeti bu şahıslardadır. Her Çingene grubunun ayrı bir çeribaşısı, her cerihasının da ayrı bir bölgesi vardır.
Çingenelerin dini hakkında bilgi edinmek sosyal yaşamlarının araştırılması kadar kolay değildir. Çeşitli ülkelerdeki Çingenelerin bulundukları ülkenin dinini ve mezhebini kabullendikleri bilinmektedir. Türkiye Çingenelerinin büyük çoğunluğu Müslümandır. İstanbul Çingeneleri arasında Hıristiyan olanlar da vardır. Eremya Çelebi Kömürciyan 17. yy’ın ortalarında Kumkapı’da ve Topkapı’da oturan ve “Poşa” adı verilen Ermeni Çingenelerden söz eder. Evliya Çelebiye göre Çingeneler, “kâfirler ile kızıl yumurta, Müslümanlar ile kurban bayramı, Yahudiler ile kamış bayramı yapan” bir kavimdir. Osmanlı kaynaklarında da bunlara “Kıptî-i Müslim” denilmesi, birçoğunun eskiden beri Müslümanlığı kabul etmiş olduğunu gösterir. İstanbuldakilerin birçoğu mezhep olarak Hanefiliği benimsemiştir. Bir kısmının Bektaşî olduğu söyleniyorsa da bu konu hakkında ayrıntılı bilgi yoktur.
Çingeneler diğer toplumlarla iç içe yaşamalarına rağmen evlilik ilişkilerinde dışa kapalıdırlar. Bu sebeple genetik özelliklerini koruyabilmiş ender kavimler arasında yer alırlar, İstanbul Çingenelerinde evlenme adetleri yerli halktan pek farklı değildir. Çeyiz dizme, hamama gitme, düğün ve gerdek törenleri çoğunlukla aynıdır. Ancak bir Çingene düğünündeki eğlence, neşe ve gösterişe yerli halkın ulaşmasına imkân yoktur? Günlerce süren ve kapalı mekânlardan sokaklara taşan bu törenlere eski İstanbul’un Balat, Ayvansaray, Lonca, Sulukule, Kasımpaşa, Ortaköy gibi semtlerinde sık sık rastlanmaktadır. Günümüzde de evlilik ve sünnet düğünleri için eğlenceli törenler sürdürülmektedir.
İstanbul Çingenelerinin kadınları arasında kavga etme geleneği çok yaygındır. Çeşitli nedenlere bağlı olarak çıkan bu kavgalar çoğu kez gösteriş ve böbürlenme havasına dönüşmektedir. Yerli halkın, Çingene kadınlarına kavga çıkartmaları için para verdikleri, hattâ kavgaları alevlendirmek için bahşiş attığı çok olmuştur. Çingeneler (müzisyenler hariç) genellikle basit ve dökük kıyafetleriyle tanınırlar. Yaptıkları işler de temiz giyinmelerine imkân vermez. Erkeklerin kıyafetleri kadınlara göre daha sade ve gösterişsizdir. Kadınların kıyafetlerinde canlı, göz alıcı renkleri seçtikleri görülür.
İstanbul Çingeneleriyle Trakya Çingeneleri arasında bugün de süregelen ortak gelenekler vardır. Müzikle uğraşan kesim dikkatle incelenecek olursa, bunların Trakya Çingeneleriyle olan yakınlıkları hemen fark edilir. Mesleği çalgıcılık ve çengilik olanların bir kısmı da Bursa, Balıkesir, Çanakkale illerinin çeşitli ilçelerinden göç edenlerdir. Müzik ve raksı meslek edinmiş kişi ve gruplar 6-bür Çingenelere oranla daha yüksek bir yaşama düzeyine erişmişlerdir. Sulukule, Selamsız ve Kasımpaşa, müzisyen Çingeneleriyle ün salmış İstanbul semtlerin-dendir. Özellikle Sulukule yetiştirdiği usta sazende ve hanendeleriyle İstanbul’un eğlence hayatına katkılarda bulunmaktadır. İstanbul’un en iyi dansözleri de yine buradan yetişmektedir. Geleneksel hayatını hâlâ canlılıkla sürdüren Sulukule’de, genç kızlara doğdukları günden başlayarak çengi olabilmeleri için gerekli şeyler öğretilmektedir. Çengiler, “oryantal dans” ya da “göbek havası” adı verilen ve daha çok Arap kökenli bir oyun tarzı ile oynarlar.
Sulukule Çingenelerinin dans ve müziği eğlenceye yönelik bir faaliyet olarak sürdürmelerine karşılık, Kasımpaşa, Balat, Ayvansaray ve Selamsızda yaşayanların durumu biraz daha farklıdır. Buradakiler icra ettikleri müziğin sanat yönüne ağırlık vermişler ve çalgılarında virtüözlük düzeyine ulaşmışlardır. İstanbul’ un en ünlü davul, zurna, klarnet, keman, kanun, ud çalıcıları bu semtlerde yetişmiştir. Çingeneler arasında bugün daha çok, keman, cümbüş, kanun, ud, klarnet, darbuka, çömlek, bongo, tef, zil gibi sazlar kullanılmaktadır. Türk müziği saz gruplarına Çingenelerce sokulan ve Batı orkestralarında kullanılanlardan farklı olarak sol tonuna göre düzenlenen klarnetin usta çalgıcıları da yine Çingenelerdir. Çingeneler klarnete, “gırnata” veya “granet” derler. Klarnetin İstanbul’daki ünlü icracıları Klarnetçi İbrahim Efendi, Camba Mestan ve Şükrü Tımardır. Eski Çingenelerin çeşte, kudüm gibi sazları çaldıklarını ve bunların usta icracılarını Evliya Çelebiden öğreniyoruz. Evliya Çelebi, çöğüre benzeyen çeştenin Balat Çingenelerince kayışla boyna asılıp, Eyüp, Kâğıthane ve başka mesire yerlerinde çalındığını, ayrıca bu sazın üstatlarının Deli Hüsam, Kemal Çingene ve Zorlu Recep olduğunu yazar.
Bugün Türkiye’de yaşayan Çingene müzisyenlerin hemen tamamı Türk müziği ile uğraşmaktadır. Çingeneler gittikleri yörelerin yerel ezgilerini çalıp söyler. Kasaba ve köylerde, davul, zurna, klarnet, cümbüş, darbuka çalar, daha çok eğlenceye yönelik müzik icra ederek geçimlerini sağlarlar. Eskiden Üsküdar Selamsız Çingeneleri kaba zurna adını verdikleri büyük zurnalar ile hem halk ezgilerini, hem de klasik şarkıları çalarlardı. Selamsızda, Zurnazen Emin, oğlu Ferhat, Şaban Usta, Arap Mehmet eski zurnacıların en tanınmışlardandır. Çingeneler şehirlerde ve büyük yerleşim merkezlerinde, Türk müziğinin “sanat müziği” denilen kolu içerisinde yer alan yeni eserleri, ince saz takımlarıyla icra ederler. Çingene müzisyenler arasında hanendelik, saz sanatçılığının yanında çok sönük kalmıştır. Ancak sarayın ince saz takımlarına kadar yükselen bazı hanendeler de vardır. Ayvansaraylı Kurban İbrahim Bey, Mehmed Bey, Fiurşid Efendi bunların en tanınmışlarındandır. Hanendelik ve sazendeliğin yanında Türk müziğine besteleriyle katkıları bulunan Çingene müzisyenler de vardır. Denizoğlu Ali Bey, Şükrü Tunar ve Haydar Tatlryay bu bestecilerin en tanınmışlarındandır.
Çingenelerin şehirlerde ve kırsal kesimde geliştirdikleri müzik türlerinden başka, kendilerine özgü bir müzik türleri daha vardır. Çoğunlukla yaratıcısı belli olmayan bu müzik, günlük olayları konu edinen, sade, canlı ve dinamik özellikler taşır. Aşk, sevgi, para, ayrılık gibi temalar mizahi bir üslupla işlenir. Çingeneler, şehirde sanat düzeyi yüksek müzikler icra etseler de, bu eserleri kendilerine özgü ağdalı bir tavırla çalarlar. Bunların çalgılarından çıkan ezgiler daima esnek bir yapıda çalınır. Hanendeler glisandolu (kaydırarak) okuyuşu tercih ederler. Sazendeler ise sözlü müzikteki boşlukları ritmik ve kıvrak saz parçalarıyla süslerler. 9 zamanlı usullerden aksak ve raks aksağının çabuk mertebelerini kullanırlar. Bunların yanında 2 ve 4 zamanlı usullerin kullanıldığı Çingene şarkıları da vardır. Çingeneler kendi halk ezgilerinde Türk müziği makamlarından, uşşak, hüseyni, hicaz, karcığar, rast, nihavent, nikriz gibi makamlar ile bu makamları hatırlatan çeşnileri kullanmaktadırlar.
Çingene asıllı müzisyenlerin birçoğu Türk müziğinin fantezi yönüne ağırlık vermiştir. 1950’den başlayarak ülkedeki toplumsal değişim ile İstanbul’daki hızlı ve çarpık şehirleşmenin sonunda “arabesk” olarak anılan yeni bir müzik türü oluşmuştur. Bu müzik türünün yaratıcıları değilse bile icracılarının çoğunluğu Çingene kökenli müzisyenlerdir. Çingene müzisyenler İstanbul’daki müzik piyasasında günümüzde de etkin bir rol oynamaktadırlar.
Edebiyatta, özellikle de hikâye ve romanda Çingeneler işlenmiştir. İlk olarak Ahmed Midhat Efendi’nin Çingene (1887) adlı hikâyesi görülmektedir. Burada, hikâyenin yansıra Çingenelerin tarihleri ve kültürleriyle ilgili ciddi bir incelemeye dayanmayan yargılar da vardır. İstanbul Çingenelerinin yaşayışı, örf ve âdetleri Osman Cemal Kaygılı’nın Çingene Kavgası (1916) adlı hikayesiyle Çingeneler (1939) ve Aygır Fatma (1944) romanlarında işlenmiştir. Bunlardan başka Sait Faik Abasıyanık “Mürüvvet”, Sabahattin Ali “Değirmen”, “Arap Hayri”, Kemal Bilbaşar “Çingene Karmen”, Kerim Korcan “Elmas”, Selahattin Enis Atabeyoğlu “Çingeneler”, Hakkı Özkan “Pembe” adlı hikâyelerinde, Melih Cevdet Anday da(-0 kaziye (1975) adlı romanında Çingeneleri konu almışlardır. Son yıllarda da Metin Kaçan Ağır Roman (1989) adlı eserinde İstanbul Çingenelerinin yaşamlarını başarıyla yansıtmıştır. Ayrıca Tahir Alangu da Dünyada ve Bizde Çingene Hikâyeleri (1957) isimli bir antoloji yayımlamıştır.
İstanbul Ansiklopedisi, Melih Duygulu