Genel KültürEdebiyat

Nasreddin Hoca Fıkralarından Çıkarılacak Dersler

Nasreddin Hoca'nın Fıkraları Gerçekten Neyi Anlatır?

Nasreddin Hoca Fıkralarından Çıkarılacak Dersler Nelerdir? Nasreddin Hoca Fıkraları Bize Neyi Anlatır? Hoca Fıkralarında İdeal İnsan Modeli

Nasreddin Hoca, Türk kültür tarihinin olduğu kadar, mizah geleneğinin de önde gelen simalarındandır. Onun tarihî ve edebî kişiliği ile ilgili yüzlerce kitap, makale, bildiri, vb. yayımlanmış ve 500 civarında fıkrası da bilim âlemine kazandırılmıştır. Nasreddin Hoca, sıradan bir güldürü ustası olmasının ötesinde, aynı zamanda insanları güldürürken düşündürmeye sevk eden bir bilgedir. Bu Selçuklu bilgesi, insan ve toplum hayatının çeşitli yönlerini fıkralarında dile getirirken bilgece tasarlanmış olay örgüleri ve mizah yeteneğiyle döneminin manevî yol göstericisi olmuş; siyasî, ekonomik, ve sosyal yönden bir kaos yaşayan Anadolu insanının ilham kaynağı olmuştur.

Nasreddin Hoca fıkralarında toplum içerisinde yaşayan insanın maddî ve manevî açıdan ideal özelliklerini göstermeye çalışmıştır. Onun fıkralarında; kendi hayatının sorumluluklarını alan, toplumsal bir varlık olarak sosyal ilişkilere önem veren, kainatın değişmez kurallarından olan değişim karşısındaki tutumunu net bir şekilde belirleyen ideal bir insan modelinin ön plana çıkarıldığını görüyoruz. Bu cümleden hareketle Hoca’nın; bugün bütün dünyada bir çığ gibi büyüyen kişisel gelişim endüstrisinin de 13. yüzyıl Anadolu’sundaki önemli bir temsilcisi olduğunu söyleyebiliriz.

Bildirimizde, Nasreddin Hoca’nın, fıkralarında, öykü tekniğinden hareketle, kendi döneminin ideal insan modelini çizmeye çalıştığını göstereceğiz. Ruhsal, fiziksel ve psikolojik olarak kendini tamamlamış bir insanın özelliklerinden hareketle Nasreddin Hoca’nın çizmeye çalıştığı ideal insanın belli başlı özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Bireysel Farklılıkları Dikkate Almak

Her insan fiziksel, ruhsal ve psikolojik olarak kendine özgü ve farklıdır. Bugün, bilim adamları çift yumurta ikizlerinin bile farklı gen yapılarına sahip olduklarını ispatlamaya çalışmaktadırlar. Daha doğumdan itibaren başlayan bu farklılıklar tabiî olarak yaşam boyunca her alanda kendini göstermektedir. İnsanlarla başarılı iletişim kurabilmemiz de, bu farklılıkların farkına varmak ve bu farklılıklara saygı göstermekten geçmektedir. 1970li yılların ikinci yarısından itibaren Batı’da sistemleşen ve ülkemizin de dâhil olduğu birçok ülkeye yayılan dilimize Sinir Dili Programlaması olarak çevrilen NLP tekniklerinden biri olan, Harita sahanın kendisi değildir. ilkesi de bu farklılıktan doğmuş ve iş, aile ve sosyal alanlarda sorunlu ilişkilerin çözümlenmesinde etkili olmuştur. Bu farklılıklar, insanların öğrenme şekillerinden motivasyon kaynaklarına kadar çok geniş ve değişik perspektiflerde kendini gösterir.

Nasreddin Hoca, fıkralarında insanların bireysel farklılıklarına dikkat çekmiş ve insanlar arasında sağlıklı iletişimler kurmanın yollarını göstermiştir. Bugün, mutlu aile yaratmanın ve şirketlerin verimliliğini arttırma yollarının başında da bu bireysel farklılıkların anlaşılması ve bunun sonucunda kişiye uygun görev ve sorumlulukların verilmesi gelmektedir. Yine, insanların motivasyon stratejilerinin farklılıklarının anlaşılması da günümüz iş dünyasında verimli bir işgücü ortaya çıkarılmasında özellikle kullanılmaktadır.

Hoca’nın iki fıkrasında bireysel farklılıklara özellikle dikkat çekildiğini görüyoruz. Bunların ilkinde, suda boğulmakta olan cimri bir insana söylenen, Elinizi verin, sizi çıkarayım. ifadelerinin yerine, bu farklılığı göz önünde bulunduran Hoca’nın, Alın elimi, sizi çekip çıkarayım. sözlerinin adamın boğulmaktan kurtulmasını sağladığını görüyoruz. Zira adam, öyle cimridir ki insanların, Verin elinizi. şeklindeki yardım çağrılarını bile vermek korkusunun gölgesinde bırakmıştır. Oysa Hoca adamın cimriliğini bildiği için ona Verin. demek yerine önce, Alın. ifadesiyle yardım etmeye çalışır ve bunda da başarılı olur.

İkinci fıkrada ise Hoca’nın iki kızına geçimlerini sorması ve onların da kendi uğraşları doğrultusunda cevap vermelerini görüyoruz. Kızlardan birinin kocası çiftçidir ve ektiği ekinin durumu yağacak yağmura bağlıdır. Diğerinin kocası da çömlekçilik yapmakta ve iyi çömlek yapması yağmurun yağmamasına bağlıdır. Her iki kız da yağmurun yağıp yağmamasına bağlı olarak anasının ağlayacağından dert yanmaktadır. Yani, her iki kız da kendi şartlarına göre yağmur hakkındaki düşüncelerini ifade etmektedirler.

Bireysel farklılıklarımızı bilmemiz, anlamaya çalışmamız bizi ev, iş ve sosyal yaşamımızda başarılı kılacaktır. Nasreddin Hoca’nın birçok fıkrasında da bu husus özellikle ön plana çıkarılmıştır.

2. Dengeli Bir Yaşam Sürmek

İnsanoğlu istekleri ve ihtiyaçları arasında sürekli bir çatışma yaşamaktadır. Sonsuz istekler ve gerekli ihtiyaçlar, kişinin egoist benliği ile ruhsal benliği arasındaki sağlıklı iletişimin sağlanmasına zaman zaman engel olmakta; bu da kişinin kendisi ve çevresi ile olan ilişkilerini olumsuz olarak etkilemektedir. İnsan, ihtiyaçlarını karşılarken veya toplumun kendisinden beklediklerini yerine getirmeye çalışırken bütünlüğünü koruyamamakta, bu da birtakım ruhsal ve psikolojik sorunlara yol açabilmektedir.

Nasreddin Hoca, fıkralarında toplum içerisinde yaşayan bir fert olarak kişinin, çevresiyle ve kendisiyle uyumlu / dengeli bir şekilde yaşamasının gerekliliğini vurgulamıştır. Kişi, çevresinde meydana gelen her olayın kendisine bir ders vermekte olduğunu fark etmeli ve her olumsuzlukta bir iyilik görmeye çalışmalıdır. Hayatımız birbirinden bağımsız birçok alandan oluşmaktadır. Ev, iş ve sosyal ilişkilerimiz arasında bir denge kurulması bugün modern insanın en önemli sorunları arasında yer almaktadır. Yine, kararlarımızda denge unsurunu daima göz önünde bulundurmalıyız.

Dengeli bir yaşam sürmek demek, kişinin tedbirli hareket etmesini, adımlarının sonuçlarını görmeye çalışmasını ve hırs tuzağına yakalanmamasını esas alır. Dengeli yaşam, olağanüstü beklentilerle acele karar vermemektir. Dengeli yaşam, daha yolun başında bilgisizlikten dolayı karar vermeden emin ve güvenli adımlarla hareket etmek demektir. Dengeli yaşam, herkesin kötü diye nitelendirdiği bir olumsuzluğun içerisinde de fırsatların olabileceğini veya herhangi bir sorunda suyun derinliğinin tek ayakla ölçülmesi gerektiğini bilmektir.

Hoca’nın, dengeli bir yaşam sürmekle ilgili iki fıkrasını değerlendirmek istiyoruz: Bunlardan biri, hepimizin bildiği, insanların yaz ve kış mevsimleri hakkındaki sıcak ve soğuktan şikayetleri üzerine Hoca’nın, Bahara kimsenin bir şey demeye hakkı yok. şeklindeki nükte cümlesinin işlendiği fıkrasıdır. Hoca, burada insanların kendilerine göre bazı olaylardan şikâyetçi olabileceklerini, ancak her olayın dengeli bir bütünün parçası olduğunu vurgulamaktadır. İkinci fıkrada ise dağda azığını yiyen hocanın kestiği karpuzların tatsız çıkması üzerine hepsini pisliğin içerisine atması, arkasından da öğle sıcağında susayınca attığı karpuzların hepsini seçe seçe yemeye çalışmasını görüyoruz. Burada Hoca, bir işin sonunu düşünmeden acele karar vermenin sakıncalarını anlatmaktadır. Tatlı tatsız bile olsa, karpuzları pislik içerisinden tekrar çıkarıp yemekten daha iyi olacağını anlamış ve bununla bize dengeli karar vermenin başka bir deyişle acele karar vermemenin önemini anlatmak istemiştir. Bu iki olayı insan davranışları çerçevesinde değerlendirirsek, kişinin kendisi ve çevresi ile olan ilişkilerinde zamanın en iyi ilaç olacağını ve kişinin adımlarını düşünerek atması gerektiğini söyleyebiliriz.

3. Biz Duygusunu Geliştirmek

Toplum içerisinde yaşayan insan tek başına iyi olamaz. Başka bir deyişle, insanın huzurlu ve sağlıklı bir yaşama sahip olması ancak katkı sağlama duygusuyla mümkündür. Yani insan, psikolojik olarak çevresindeki insanlara iyilik yapma arzusu duyar. Bu durum kişinin öz benliğinin tanınmaması demek değildir. Sağlıklı bir toplumun yaratılması biz duygusunun yaşatılmasına ve geliştirilmesine bağlıdır. Bütün dinlerde ve felsefelerde kişinin komşularını düşünmesi gerektiği vurgulanmış ve sağlıklı toplumun evrensel mesajı verilmiştir.

Nasreddin Hoca, insanı çok çeşitli açılardan ele almış ve gülmece unsuruyla onu tanıtmaya çalışmıştır. İnsanın bu yönlerinden biri olan toplumsal yönü de onun fıkralarında açık bir şekilde işlenmiştir. Egoist düşüncenin zıddı olarak tanımlayabileceğimiz biz duygusu karşılıklı saygı ve sevgi, adalet, yardımlaşma ve bireysel farklılıkların dikkate alınmasını ve bunlara saygı duyulmasını esas alır.

İnsanımızın günlük hayatta da buruk bir mizahî üslûpla hatırladığı, örneklendirdiği kayıp eşeğin aranması fıkrası Nasreddin Hoca’nın biz duygusuna verdiği önemi göstermesi açısından son derece önemlidir. Burada Hoca, komşusunun kaybolan eşeğini türkü çağırarak aramakta ve bunu yadırgayan komşularının soruları üzerine de ince bir hicivle, El elin eşeğini türkü çağırarak arar. demektedir. Bu mesaj, toplumumuz tarafından olumsuz hâliyle anlaşılıyorsa da Nasreddin Hoca’nın asıl vermek istediği mesaj biz duygusunun hayatî gerekliliğidir. Konuyla ilgili başka bir fıkra da Hoca’nın kadı göreviyle görevini kötüye kullanması üzerine kurulmuştur.

Akşehir’de kadılık yapan Hocaya bir adam gelir ve Hoca’nın ineğinin kendi ineğini öldürdüğünü öne sürerek şikâyette bulunur. Hoca da, Hayvan bu! Ne bilsin. Öldürür a! der ve kontrol edemediği egoist düşünceyle haktan, adaletten hiç kapı açmaz. Adam pratik bir düşünceyle, olayı karıştırdığını esasen kendi ineğinin Hoca’nın ineğini öldürdüğünü söylemesiyle de Hoca’nın Ha Öyle ise mesele çatallaştı!.. Bana raftaki şu kara kaplı kitabı indiriverin bir bakayım. der ve kendi çıkarları uğruna az önce düşünemediği adaleti, hakkı hukuku düşünür. Egoist düşünceli insanlar suyun hep kendilerinden tarafa, yokuş aşağı akmasını isterler. Özveri ve saygı değerlerini hep kendi çıkarları adına başkalarından beklerler. Kanun da daima onların çıkarlarının bekçisidir.

4. Değişime Ayak Uydurmak

Evrende değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. İnsanın olaylar karşısında sağduyulu kalabilmesinin en önemli şartı da değişime ayak uydurabilmesidir. Başka bir deyişle söylersek, önemli olan başımıza gelenler değil, bizim onlara gösterdiğimiz tepkilerdir. İlk bakışta olumsuz gibi görünen olayların içerisinde iyiliklerin bulunabileceğini düşünmemiz, bizim değişimlere ayak uydurabilmemiz açısından son derece önemlidir. Olumsuzlukların içerisinde bazen çok önemli dersler vardır. Bizim bu dersleri öğrenmemiz biraz da başımıza gelenleri teslimiyet duygusuyla kabul edilebilmemize bağlıdır. Kabul ettiğimiz andan itibaren derslerle ilgili ipuçları görülmeye, fark edilmeye başlar. İnsanlık tarihi, olumsuz bir olayla karşılaştıktan sonra hayatının rotasını değiştiren bilim adamı, sanatçı ve ediplerle doludur.

Nasreddin Hoca, fıkralarında zaman zaman değişimin kaçınılmazlığını vurgulamış, bir birey olarak da insanın bu değişimlere uyumlanmasının gerekliliğini anlatmaya çalışmıştır. Hoca’nın heybesinin kaybolmasıyla ilgili fıkrası insanın değişim karşısındaki ideal tavrını sergilemesi bakımından son derece önemlidir.

Hoca’nın heybesini saklayan komşularına biraz da tehditkâr bir üslûpla, Heybemi bulun, yoksa bulunmazsa ben ne yapacağımı biliyorum. sözleri üzerine şakayı bitirmeleri ve Hoca’ya, Hocam heybe bulunmasaydı ne yapacaktın soruları üzerine büyük bilgenin, Ne yapacağım, evde eski bir çul vardı, onu kesip heybe dikecektim. demesi insanın değişimler karşısındaki ideal tavrını göstermesi bakımından son derece önemlidir.

Yine sözlü kaynaklardan derlediğimiz bir fıkrasında Hoca, arabasıyla sap çekerken yaramaz delikanlılar arabasını birden ateşe verirler ve yanmaya başlar. Arabanın başına insanlar toplanır ve Hoca’nın rahat tavırlarını şaşkınlıkla izlerler. Hocam araban yanıyor, sen hiç üzülmüyor musun soruları üzerine Hocanın verdiği, Zaten satacaktım hiç olmazsa satma derdinden kurtuldum. cevabı da insanın olumsuzluklar karşısındaki esneklik ve değişime ayak uydurmanın insan psikolojisi açısından önemine ideal bir örnektir.

5. Özeleştiri Yapmak

Hoca’nın fıkralarında çizilmeye çalışılan ideal insan modelinin bir basamağını da özeleştiri oluşturmaktadır. Özeleştiri; kişinin kendi hatalarını, eksikliklerini sağduyulu ve cesur bir bakış açısıyla dile getirmek, olayın olumsuzluğundan ziyade içerisindeki iyi tarafa odaklanabilmektir. Bu gerçekte göründüğü kadar kolay değildir. Kişi, dış çevre uyaranların etkisiyle egoist bir kimlikle donatılmış ve kararlarının kaynağını da çoğu zaman bu dışsal etkenler oluşturmuştur. Kişinin kendi sesini duyabilmesinin ilk ve en önemli yolu şüphesiz kendini tanımasından, tanımaya başlamasından geçer. Bu yolda insanın kendisine soracağı en önemli soru da, Ben kimim olacaktır.

Nasreddin Hoca, nüktelerinde insanın birçok farklı yönlerinin olabileceğini, bunların bir ya da birkaçının o insanın tamamını ifade edemeyeceğini değişik öğretme ve anlatma metotlarıyla anlatmaya çalışmıştır. İnsanın, bir birey olarak ideal kimliğini oluşturabilmesi, bu çok yönlülüğün farkındalığını görebilmesi; durum ve koşullar altında tecrübe, eğitim ve önseziyle doğru davranışı sergileyebilmesiyle mümkündür. Özeleştiri bizi egosal kimliğimizden sıyırıp ruhsal bir kimliğe ulaştırır. Hepimizin bildiği, birkaç denemeden sonra da eşekten düşmesi sonucunda söylediği, Ben senin gençliğini de bilirim. nükte cümlesi kişiye özeleştirinin gerekliliğini öğretmesi bakımından son derece önemlidir.

6. Tecrübelerden Ders Almak

İnsanın ileriye doğru gelişmesi daima tecrübeler karşısında alacağı tavra bağlıdır. Tecrübe, başımıza gelen olaylardan ziyade, bizim o olaylara yüklediğimiz anlamlar ve bir dahaki sefere takınacağımız tutumlardır. İnsan olarak daima olumlu şartlar içerisinde bulunamayız. Zaman zaman çok kötü olaylarla da karşılaşabiliriz.

Bu olumsuz şartların altında ezilmek ile bu olayın vermek istediği mesajı almak arasında insanoğlu bir şeçim yapmak zorunda kalır. İşte, tecrübelerden ders almak, bizim başımıza gelen olumsuz olaylara yüklediğimiz anlamlar ve bir dahaki sefere daha güvenli ve sağlam adımlar atabilmemiz arasındaki ince ilişkidir. Tecrübeler sayesinde elde edilen bilgiler bütün bilgilerden daha değerlidir. Kültürümüzde ateş düştüğü yeri yakar, yaşamayan bilmez, vb. atasözlerimiz de tecrübenin insan yaşamındaki önemini vurgulamaktadır.

Nasreddin Hoca’nın fıkralarında insan psikolojisinin çok çeşitli yönlerini görebilmemiz mümkündür. Bunlardan birisi de yaşayarak öğrenilen bilginin değeri, yani tecrübe etmek, tecrübelerden ders almaktır. Hoca, birçok fırkasında bu konuya temas etmiştir. Bunlardan birinde Hoca’nın gece uyku sersemliğiyle damdan düşmesi konu edilir. Olayı duyanların Hoca’ya, Hoca Efendi, geçmiş olsun! Nasıl oldu da dikkatsizlik edip düştün Şimdi nasılsın diyerek Hoca’yı eleştirmek istemeleri üzerine Hocanın, Eğer damdan düştünüz ise hâlimi bilirsiniz. Anlatmaya lüzum yok. Yok eğer düşmemiş iseniz ne söylesem yalandır. Anlayamazsınız. O hâlde anlatmaya hâcet yok. demesi, bir olayı ancak yaşayanın bütün yönleriyle anlayabileceği, yaşayamayanların olay hakkında ileri geri yanlış hükümler verebileceğini vurgulamaktadır.

Bizlerin bu fıkradan hareketle çıkaracağımız ders de, insanları yargılarken onun şartlarını düşünmemiz ve ona göre hüküm vermemiz gerektiğidir.

Bir başka fıkrasında ise Nasreddin Hoca, kadı görevinde bir olayı tecrübe ederek hüküm vermeye çalışmaktadır. İki kişi Hoca’ya gelirler ve ihtiyar olan, yanındaki genci işaret ederek kendisinin kulağını ısırdığını şikâyet etmektedir. Genç de, bunun yalan olduğunu, ihtiyarın kulağını kendisinin ısırdığını söylemekte, kendisine iftira ettiği için de o, ihtiyarı şikayet etmektedir. Hoca hüküm vermekte zorlanır ve onların dışarı çıkmalarını, az sonra cevabını verebileceğini söyler. Hoca insanın kendi kulağını ısırıp ısıramayacağını denemeye başlar ve uğraşırken arka üstü düşer ve başını yaralar. Başını sarar sarmalar ve davalı ile davacıyı içeri alır. İhtiyarın, Hoca Efendi; İnsaf ediniz, hiç insan kendi kulağını ısırabilir mi demesi üzerine de

Hoca Hayır ısıramaz. Isırayım derken arka üstü düşür ve başı yarılır. der ve genci, ihtiyarın kulağını ısırdığı için cezalandırır. Böylece insanın tecrübe ederek öğrendiği bilginin, ölçülemez değerde olduğunu gösterir.

Sonuç olarak söylememiz gerekirse, Nasreddin Hoca öğrenme metotlarında tecrübe ederek, yaşayarak öğrenme modelini başarıyla kullanmış ve ideal insanın yaşadıklarından ders çıkaran kişi olduğunu göstermiştir.

7. İnsana Koşulsuz Değer Vermek

İnsanların ihtiyaç duyduğu en önemli duygu koşulsuz sevgi, saygı ve değer görmektir. Birey olarak her insan kendine özgü ve benzersizdir. Başkalarına göre eksik ve zayıf tarafları olabileceği gibi onlara göre daha güçlü ve farklı özellikleri de olabilir. İnsanları ekonomik güç, sosyal statü, kültürel çevre, vb. özelliklere göre ayırmak, farklı muamele etmek toplamsal huzur açısından zehirli düşüncelerdir. Her insanın kendine özgü bir potansiyeli ve değeri vardır. Birey olarak bu farklılıklarımıza saygı göstermeli ve birbirimizin gelişimlerine imkân sağlamalıyız.

Nasreddin Hoca’nın fıkralarında işlediği en önemli konulardan biri insana koşulsuz değer vermektir. O, Türk düşünce ve hoşgörü felsefesine uygun olarak her insanı saygıya ve sevgiye değer olarak görmüş ve kendi zamanının ideal insan profilini çizmeye çalışmıştır. Onun bu konuyla ilgili pek çok fıkrası vardır. Bunlardan ikisini konumuzla doğrudan ilgili olduğu için burada değerlendiriyoruz. Hepimizin bildiği, Ye Kürküm Ye fıkrası insana koşulsuz ve önyargısız değer vermenin önemini en güzel şekilde anlatmaktadır. Fıkrada, Hoca’ya önce eski elbiseleriyle gittiği bir düğünde itibar edilmez. Hoca da bir ara sıvışır ve bayramlık kürkünü giyerek düğüne tekrar gelir. Bu sefer, Hoca yeni elbiselerinden dolayı oldukça iyi karşılanır, itibar görür. Bunun üzerine Hoca kürkünün yenini yemek sahanına uzatarak, Ye kürküm ye, bu rağbet sana. der ve bize önemli bir mesaj verir.

Bu mesaj insanın sadece insan olduğu için değer görmesi gerektiğidir. Bir başka fıkrasında da üstü başı perişan bir hâlde hamama gider ve itibar gösterilmediği gibi bir de oldukça yüklü bir ücret öder. Bir dahaki sefere de güzel elbiseleriyle hamama gelir ve geçen seferkinin aksine iyi karşılanır, itibar görür ancak çıkarken düşük bir ücret verir. Hamamcının bu iki farklı uygulamanın sebebini sorması üzerine de Hoca; Bu geçen haftanın ücreti, şimdikinin ücretini geçen hafta vermiştim. der ve insanın her şartta ve koşulda sevgiye, saygıya değer görülmesi gerektiği mesajını verir.

8. Girişimcilik Ruhu Kazandırmak

İnsanlarda ne kadar yetenek ve kapasite olursa olsun yönlendirilmediği takdirde insan gelişemez, büyüyemez. Pratiğe dökülmeyen bilgiler insanın gelişiminde önemli roller oynamazlar. Birey, çeşitli kaynaklardan elde ettiği bilgileri uyumlu bir şekilde birleştirip eyleme geçtiği zaman gelişim ve büyüme başlar. Bir limonun varsa limonata yap. düşüncesi eldeki kaynak ne olursa olsun onun kullanılabileceği uygun bir zemin ve şart vardır görüşüne işaret etmektedir. İnsanlık tarihi çok bilenlerden ziyade, bildiklerini üretime yönlendirmesini bilenlerin başarı öyküleriyle doludur. Girişimcilik ruhu yapmayı gerektirir. Yapmaya çalışmak girişimcilik ruhunun sönmesine yol açar. Bir şey sadece yaparak elde edilir, yapmaya çalışarak değil.

Nasreddin Hoca, fıkralarında ideal insanın profilini çizerken insana girişimcilik ruhu kazandırmayı özellikle amaçlamıştır. Ben yaptım oldu. sözlerinin içerdiği girişimcilik ruhu onun fıkralarında sıklıkla dile getirilmiştir. Bilgi kullanıldıkça yeni keşiflerin kapısını açar. Öbür yandan yığma bilgiyle insanlık tarihinin bir adım bile ilerleyemediğini biliyoruz. En büyük keşiflerin, başarılarının ilk basamağı bir yerden başlamaktır. Parçalar arasındaki bağlantıyı görüp harekete geçenlerin, ellerinde belki pek az bilgi vardı ama onlar, pek az bilginin peşine binlerce keşfi bağlamayı başarmışlardır. Hoca insanları girişimci ve atak olmaya yönlendirmiştir. Onun helva fıkrasını hepimiz biliyoruz.

Hoca’nın bir bakkala sırasıyla un, şeker ve yağı işaret ederek sorması ve bakkalın şaşkınlıkları arasında, Öyleyse, niçin helva yapıp yemiyorsun sözleri insanın girişimci bir ruha sahip olmasının önemini vurgulamaktadır. Elbette bakkalın böyle bir şeye ihtiyacı olduğunu, Hoca’nın tavsiyesiyle helva yemeye başladığını bilmiyoruz ama Hoca’nın sözleriyle insanın elindeki malzemelerin tek tek taşıdıkları anlamın yeterli olamayacağı, bunlar arasında ahengin görülerek yeni bir şeyler üretilebileceği mesajını hepimiz anlayabiliriz.

Yine bir başka fıkrasında da Hoca girişimcilik ruhunun önemini şöyle göstermektedir: Yolu yabancı bir köye düşen Hoca, her evin damında bir bayrak görür ve bunun sebebini sorar. Köylüler de bu bayrakların o evde bir küp altın olduğunun işareti olduğunu söylerler. Hoca bir süre sonra köyde bir ev kiralar ve damına bir bayrak asar. Bir süre sonra Hoca’nın küpünün içinde altın yerine çakıl taşlarının bulunduğu anlaşılınca, Hoca da, Küpte yattıktan sonra, taş olmuş, altın olmuş ne fark eder! diye cevap verir. Burada, Hoca kullanılmayan sermayenin bir değer ifade etmediğini vurgulamak istemiştir. Günümüzde ne çok insanın belirli miktar parayı, kaynağı belirli şartlar yok diye yıllarca elinde tuttuğunu düşünürsek Hoca’nın vermek istediği mesajı daha iyi anlayabiliriz. Girişimcilik insanın aile, iş ve sosyal hayatında problemlerin altında ezilmekten kurtulup daima büyüme ve gelişme yönünde adım atabilmeyi de içermektedir.

9. Tedbirli Hareket Etmek

Tedbir, bir kişinin herhangi bir işi yapmadan önce işin sonunu da düşünerek temkinli olma, kontrollü hareket etme hâlidir. İnsan olarak, iç ve dış faktörlerin etkisiyle kararlar vermek durumundayız. Bir işin sonunu hesap ederek başta tedbirimizi almak bizi ileride olabilecek olumsuzluklardan koruyabilir. Tedbirli hareket etmek, olgun insanın özelliğidir. Tedbir, girişimcilik ruhunun öldürülmesi olarak algılanmamalıdır. Bir şeyi yapmaya karar verdikten sonra olası tehlikelere karşı önlem almadır. Eşeğini sağlam kazığa bağlamak, tedarikli başa kar yağmamak deyimleri de tedbirli hareket etmenin önemini vurgulamaktadır. Tedbirli hareket etmek ile cesur davranmak ve girişimcilik ruhuyla hareket etmek birbiriyle karıştırılmamalıdır.

Nasreddin Hoca, kendi döneminin ideal insan portresini gülmece unsuruyla yoğurarak yüzlerce fıkrasında çizmeye çalışmış bir Selçuklu bilgesidir. O, insan psikolojinin derinliklerini iğneyle kazıyarak ideal insan tipini oluşturmuştur. İdeal insan modelinin önemli bir yönünü oluşturan tedbirli hareket etmekle ilgili olarak Nasreddin Hoca’nın birçok fıkrası bulunmaktadır. Bunlardan en önemli ikisini burada değerlendirmek istiyoruz.

İlk fıkrada, Hoca’nın, ayakkabılarını saklamak isteyen çocukların bu düşünceleri üzerine ağaca çıkarken ayakkabılarını da yanına alması, bu durumun sebebinin sorulması üzerine de keskin bir zekanın ürünü olarak, Eh, insan hâli bu! Hiç belli olmaz! Bakarsın ağaçtan öteye yol gider. demesi bir birey olarak zorluklarla, olumsuzluklarla karşılaşması kaçınılmaz olan insanın tedbirli hareket etmesinin gerekliliğini açık bir şekilde vurgulamaktadır. Yine, meşhur fıkrasında Hoca, suya gönderdiği kızına gitmeden önce bir tokat atar ve bu garip durumun sebebinin sorulması üzerine de Testiyi kırdıktan sonra tokat atmışım kaç para eder der ve tedbirli hareket etmenin önemini dile getirir. Burada, söz konusu olan bir testi yüzünden Hoca’nın kızına tokat atması değil elbette. Ancak, fıkra bir insanın olabilecek tehlikelere karşı zamanında önlemini alması gerektiğini açık bir şekilde vurgulamaktadır.

Sonuç olarak söylememiz gerekirse, başta NLP (Neuro Linguistic Programmig) olmak üzere, doğunun kadim bilgeliği ile batının modern tekniğinin birleşerek insanların hayatlarında kalıcı ve olumlu değişiklikler kazandırmayı vaat eden kişisel gelişim endüstrisinde Nasreddin Hoca’nın mizahla yoğurduğu bilgelik öykülerinin / fıkralarının önemli bir yeri vardır. Bu fıkralarda Nasreddin Hoca, sorumluluklarını tanımış, kendi potansiyelinin farkına varmış, toplumsal yaşama uyum sağlamış, gelişmeyi ve büyümeyi hayatının amacı hâline getirmiş ve kendini tanımış ideal insanın profilini çizmeye çalışmıştır. Dileğimiz, Nasreddin Hoca’nın psikoloji biliminin ışığında yoğun bir şekilde tekrar masaya yatırılması ve bir çığ gibi büyüyen kişisel gelişimin öncüleri arasındaki yerini almasıdır.

1. Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Sempozyumu / Dr. Aziz Ayva

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir