Türk İslam Ciltçiliği Önemi ve Tarihçesi

Türk-islam ciltçiliği. Önceleri yazma kitapların korunması amacıyla geliştirilen ciltçilik, müslümanlığın yaygınlaşması, din kitaplarına verilen önemin artmasıyla, tüm islam dünyasında bir sanat dalı haline geldi. Orta Asya Türkleri’nin ciltçilikte deri kullandıkları ve deri üzerine madenden süsler yaptıkları, Bin Buda (Tung Huang) mağaralarında ingiliz A. Stein ve Fransız P. Pelliot tarafından gerçekleştirilen araştırmalarda saptanmıştır.

İlk türk ciltleri Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri’nce yapıldı (VII.-VIII. yy.’lar). Hoço (Kara Hoca) kazılarında bulunmuş bir uygur cildi bunların ilk örneklerindendir (VII. yy.). IX. yy ‘da Samerra’ya gelen Uygurlar, ciltçilik sanatının burada da gelişip yaygınlaşmasında etkili oldu.

Türkler’in müsiümanlığı kabul etmelerinden sonra ciltçilik hızla gelişti. Sanat tarihçileri türk-islam cilt sanatını, hatayî (Kaşan, Horasan, Buhara), herat (Herat, Şiraz, İsfahan), arap (Alge-ciras [Elcezire], Halep, Şam), rumi (Selçuklu), memluk (Mısır), mağribi (ispanya, Sicilya, Fas), türk (Diyarbakır, Bursa, Edirne, İstanbul, şüküfe, barok), lake (türk, iran, hint), Buhara-yı Cedit gibi üsluplara ayırırlar.

Arap, memluk, rumi ve mağribi üslupları VII. ile XII. yy. arasında büyük bir gelişme gösterdi, daha sonra gerileyerek yerini hatayi ve herat üsluplarına bıraktı. Klasik üslup diye adlandırılan bu iki üsluptan hatayi, Kaşan, Buhara, Herat, Şiraz, Diyarbakır, Bursa ve Edirne kentlerinde gelişimini sürdürdü, İstanbul’da bu kente özgü bir görünüm kazanarak XVII. yy. a değin devam etti. Daha sonra şüküfe, lake, barok ve rokoko üsluplarında ciltler hazırlandı, ancak ciltçilik sanatı da gerilemeye başlamıştı. XIX. ve XX. yy.Tarda, makineleşmeyle birlikte el yapımı ciltçilik durma noktasına geldi. Bu dönem çiftçileri arasında kişisel çabalarıyla bu sanatı sürdüren Nuri Efendi, Baha Bey ve onun öğrencisi olan Necmettin Okyay’dan söz edilebilir.

Bu gelişim sürecinde, arap üslubunda geometrik motifler ve yazı çokça yer alırken, hatayi üslupta bitkisel bezemeler yaygındı; bu nedenle gerçekçi bir nitelik taşıyordu. İran’da ise hayvanlar, efsanevi yaratıklar, hatta insan figürleri kullanılıyordu. Ciltçilikte ana malzeme deri olmakla birlikte, lake, ebru ve kumaşa (kadife, ipek) da yer verilmekteydi.

Türk cilt sanatının gelişiminde Osmanlı sarayının büyük etkisi oldu. Ciltçiler öteki sanat dallarında olduğu gibi, kendi loncalarını kurmuştu ve usta-kalfa-çırak ilişkisini sürdürüyorlardı. Saray ciltçilerine sermücellit (baş ciltçi), serbölük (bölükbaşı), seroda (odabaşı), ser kethüda ya da yalnızca kethüda gibi sanlar verilirdi. Bu sanatçılar yapıtlarına imza koymadıklarından, adlarını ancak eski kayıtlardan öğrenmekteyiz: XVI. yy.’ın başından XVIII. yy. sonlarına değin Topkapı sarayı ser-mücellitleri arasında Yedikuleli Alaettin (1518), Mehmet Çelebi (1544), Süleyman Çelebi (1595), Kara Mehmet (1605), Mehmet Abdi (1637), Mehmet Yadigâr (1650), Pîr Davut (1654), Cafer Eyyubî(1670), Ali Yusuf (1687), Süleyman Emektar (1698), Hasan bin Ahmet (1734), Mehmet Halife (1776), Hâtif Ali (1777-1797) sayılabilir. XVIII. yy.’ın ünlü tezhip ve lake ustası Ali Üsküdarî de döneminin önemli ciltçilerindendi.

Yazma bir cilt üst kapak, alt kapak, sırt, sertab ve mıklep bölümlerinden oluşuyordu. Sertab ve mıklep alt kapağa bağlıydı. Ciltte bezemelerin üst ve alt kapakta ve mıklepte yoğunlaşması klasik türk üslubunun, kapak içlerinin müşebbeki bezemeli olması herat üslubunun, cildin süslemeye elverişli her yanının bezemeli olması şiraz üslubunun, şemselerin yüksek oluşu İsfahan üslubunun, cilt üzerinde celi yazı bulunuşu rumi üslubun özelliklerini oluşturur.

Ciltler yapıldığı malzemeye ve bezemelere göre değişik adlar alıyordu (çarköşe*, yazma”, ebru*, lake*, zerduva*, gömme*, yekşah*, zilbahar*, şemse*, mülevven”). XV. yy. ciltlerinde hatayi*, rumi* ve bulut* gibi klasik Osmanlı motifleri kullanıldı. XVI. yy. ciltleri ise daha süslü olmalarıyla dikkati çeker. Elimizdeki kimi örneklerde cildin şemse* ve zemin kısımları tümüyle altın varakla kaplanmış, değerli taşlarla süslenmiştir. XVII. yy.’da deri üzerine işleme tekniği yaygınlaştı, sim ve renkli iplikle koyu renk zemin üzerine çiçek, rumi ve bulut motifleri işlenmeye başlandı. Bu işlemelerde derinin yanı sıra kadife, ipek gibi kumaşlar da kullanıiıvor, işleme ve kumaşlar Deriden br çerçeve içinde bulunuyordu. Bu teknik kâğıt ya da ebru ciltlerde uygulandı.

İlgili Makaleler